16 Mart 2024 Cumartesi

 









göğsümdeki bu dingin ağrıyı nasıl tarif ederim bilmem.

göz bebeklerimin sana bakınca aldığı maksimal büyüklüğü ölçemem.

defalarca kez sonuna geldiğim bir öyküsün sanki sen.

ben de bunu diyorum işte,

bu kasvetli var oluştan, karanlıkta durmadan parlayan minik ışıklardan bahsediyorum.

bulunca bir gün sönmemesini ümit ederek izlerim güzelliğini, 

her baktığımda içim titrer, kanatsız bir kelebek olur kalbim.

birdenbire hayatı hafife alamayacak kadar çok severim.

sendeki heyecan ve çabanın kölesiyim.

sende olup bende olmayan bir şeyleri cebe indirmeye niyetliyim.


beni şimdi böyle sessizce senin hakkında düşündüren ne?

bulana kadar dönemem arkamı, duyamam edilen lafları ve kapatamam göz kapaklarımı.

saçtığın ışık gözlerimi yaksa da cayır cayır, çekemem senden bakışlarımı.

aşk böylesine hesapsız bir şey mi?

nasıl düştüm o derin kuyuya?

ben yüzme bilmem ki.

kuyunun dibinde zaten suretin.

dibe batmam gerek görmek için.

bildiğim en iyi şeydir, aşağı süzülmek,

gittiğin yere kadar, peşinden gelmek.

4 Mart 2024 Pazartesi





"Gitsem benimle gelmeyeceksin,

 Kalsam benimle kalmayacaksın,

 Ne beni yaşamaya yüreğin var,

 Ne de beni öpmeden gidebilmeye..

 Senin cehennemin korkak kalbin olacak."


 Beni hiçbir zaman istediğim gibi sevmeyeceksin.

 Bu bende kabul göreli çok oldu.

 Senin derdin kendinle.

 Yıllar sonra bir şey hatırlatırsa beni sana,

 Yitirilmiş bir hatıraya bakar gibi gülümsersin belki ona.


 Aşk mutlu sonlara sahip değil,

 Mutlu olunca da tutkulu değil,

 Bu bende kabul göreli çok oldu.

 Ulaşılamayacak olanın güzelliği belki esir alan şey.

 Yollarımızın bir daha hiç kesişmeme ihtimali,


 Sonsuza dek kaybetmek seni.

 Uzansam da ulaşamamak düşüncesi...

 Bir göz kırpışla yok olacak illüzyonun beni dört yanımdan sersemletmesi...

6 Kasım 2022 Pazar

 Ait hissetmediğin herhangi bir pozisyonda olmaktan duyduğun rahatsızlık, er ya da geç görünür hale gelecek. 

 Gerçekçi bir toplumda, güçlü sezilere sahip bir insan olmak kişiyi çok zorlayan bir olgu. Yıllardır birlikte yaşadığın insanlardan birtakım öğretiler ediniyorsun. Akabinde bu öğretileri, çeşitli deneyimlerle pekiştiriyorsun. Fakat bazı anlar oluyor ki, ciddi bir karar vermen veya sonunun öngörülmesi çok zor olan bir riski alman gerekiyor. İç sesin yükseliyor, her ne kadar ona başvurmamış olsan bile... 

 Kendi sesini dinlemek, kalbinin sesini dinlemek, hissetmek... Bütün bunlar farklı anlamlara da gelebilir. Nazarımda bu kavramların tek bir anlamı var. "Kulağının ardına bakmak." Kulaklarımın arkasında doğal yollardan asla göremeyeceğim şeyler var. Ve ben de zaten o göremeyeceğim şeylere başvurmaktan bahsediyorum. Bu işin insanın kendi kendine yapabileceği bir iş olması güzel. Çünkü çoğu zaman, akla mantığa uyduramadığın sürece sezilerine göre hareket ediyor olman etrafındaki toplum tarafından hoş karşılanmayacak. Belki de haklılar, senin göremediğini onlar da göremiyor. Ama sen en azından hissedebiliyorsun. 

 Her neyse, çocukken yapmak istediğimizi söylediğimiz mesleklerde sonuna kadar haklıydık. Ruhumuza uygun olanı içten içe biliyorduk. Çevremizdeki insanlara uyduramadığımız şeyi, onların benimsediği şekilde mantıklı düşünmeyi öğrenince kendimize de uyduramadık. 

3 Kasım 2022 Perşembe

İnsanı zamanla tüketen ufak şeyler, keşke fark edildikleri anda oradan defedilseler. 

Odamın bir duvarını boydan boya kaplamakta olan dolapların kapakları, kapanırken öyle sert ses çıkarıyor ki bir anlığına bütün yaşama hevesimi alıp götürüyor. Yine elbise dolabı olarak kullandığım bir başka dolabın kapağı, altındaki çekmece açıkken hareket etmiyor. Açıksa kapanmıyor; kapalıysa açılmıyor. Bütün bunlar yetmezmiş gibi, zaten zorla sığdığım odaya bir de büyükçe bir yatak getirip koyduk. Artık odada hareket etmem ancak mobilyaların üzerinden atlamamla mümkün oluyor. Bahçedeki kediler evimizi istila etmeye ant içtiklerinden ötürü tırmanıp durdukları ve artık yırtılmak üzere olan sineklikleri çıkarttık. Artık yalnızca cama vurabiliyorlar. Ve kapıyı açık yakaladıkları her an içeriye dalıyorlar. Bütün bunlar ve daha fazlası, beni halihazırda bir sürü derdimin olduğu yaşamımdan daha da soğutuyor. Yazarken çok fazla gereksiz yerde virgül kullanmışım gibi hissediyorum. Ama ne yazık ki bir cümleye noktayı koyduğum andan sonrasında artık o cümleyi başka bir cümleyle bağlamak konusunda çok zorlanıyorum. Tez yazarken de çok zorlanmıştım. Kocaman bir "Bağlaçlar" içeriği okumam gerekmişti. Bu arada, odamın kapısının arkasına astığım askılığın sürekli düşmesi de beni kanser edebilecek şeyler arasında. Bir de yıkandıktan sonra uzun süre ıslak kalıp kendi kendine kurumuş olan hayvan leşi kokulu giysiler.

Kokulara hassasiyetimin burnumdan kaynaklandığını düşünürdüm. Maalesef ki vitamin eksikliğimdenmiş. Bu bilimsel verinin kaynağı da lisedeki coğrafya hocamdır. Gerisi yalandır, doğruluğunu araştırma gereği bile duymadım. O ne dediyse, odur. Kokulara duyduğum hassasiyetten biraz daha bahsedecek olursam yine hayatımı zorlaştırdığı anlardan bahsedebilirim. Fakat hayatımı güzelleştirdiği zamanlar da oluyor. Anılar ve kokuları herkes gibi 404 yapıştırıcıyla değil de Japon yapıştırıcısıyla birbirine bağlıyorum diyebilirim. Ama tabii bunun da bir zaman aşımı oluyor, öyle on yıl öncesini sırf anın kokusunu koklayarak hatırlayamam. Bugün çok dikkatimi çekti, dışarda yürürken adım attıkça burnuma farklı kokular geldi. Bir anlığına köpek gibi hissettim kendimi. Ne zordur işleri...

Yazma işi zor, bilinçsiz yazıyorsan daha da zor. Havada serbest uçuşta olan düşünceleri derleyip sıraya koymak geç yattığın bir gecenin sabahında erkenden uyanmak kadar zor. Başka zor olan şeyler de var. Şu sıraya koyması zor olan düşünceleri susturup başka şeyler yapmak. Film izlemek veya kitap okumak gibi basit şeyleri yapmak bile zor. Kitaplığımdan alıp oraya buraya götürdüğüm, salonda ya da yatağımın üzerinde unuttuğum, hiç okumadan çalışma masama koyduğum kitapların sayısı her geçen gün artıyor. Geçtiğimiz gün gerçekten okuyacaktım ama mahalleye seyyar balıkçı gelip bağırmaya başlayınca o da yalan oldu. Hiç sinirlenmedim, başka bir iş yapacak olsaydım ya da başka bir zaman olsaydı sinirlenirdim. Uzun süre "Balıkçı geldi!" diye bağırdı sonra da "Balıkçı gidiyor!" diye bağırdı. İlkokul anılarım canlandı, balık kokusundan bağımsız. Yine aynı gün, film izlemek için film listelerinde geziniyordum. İzleme listeme onlarca film ekledim ve garip bir şekilde ekledikçe sanki onları izlemişim gibi oldu. Halbuki türüne ve afişine bakıp yapıştırıyordum artıyı. O an çok değişik bir entelektüel birikim tatmini hissettim. Ne çok film isim ve afişine bakmıştım öyle...

Dediğim gibi, insan ne yazdığını bilmeli, neden yazdığını veya yazmak istediğini de iyice bilmeli. Aksi halde hoşlandığınız kişiye açılmaya çalışma anınızdaki gibi saçmalayabilirsiniz. Ben sancılarımı sonlandırmak için yazıyorum. Defterime de bunun için yazıyordum, buraya da bunun için yazıyorum. Bedenimde baskı halinde tutulan o enerjiyi serbest bırakmak için yazıyorum. O üretme enerjisi,  özellikle bazı zamanlarda beni esiri yapıyor. Ve ona istediğini veremediğim her an sabırsız, dayanıksız, inanılmaz öfkeli bir mahlukata dönüşüyorum. Bu üretim sadece yazmayı kapsamıyor. Herhangi bir şey üretmekten bahsediyorum. Zihnimin, fikrimin, ellerimin, gözlerimin... Bana ait olan herhangi bir şeyin ürünü. O yüzden artık iş, okunma derdinden çıktı. Canımın derdine düştüm. Öfkeleniyorum.

Aynı şeyleri tekrar ederek konuşan insanlarla sohbet ettiğimde onları boğazlayasım geliyor. Girilmesi yasak olan yerlerin etrafına sarılan o dikenli teller vücudumun her yerine girmiş gibi hissediyorum. Zannediyor ki harika ve çok ender bir düşüncesi var, o yüzden de farklı farklı cümlelerle tekrar tekrar aynı şeyleri söylüyor. Senin bu konuda ne yorum yapacağını da asla merak etmiyor. Çünkü o nadir fikrini başka cümle ve kelimelerle kendi kendine duyurma derdinde. Tekrar söylüyor, tekrar anlatıyor. "Ulan.. kulağa ne kadar güzel geliyor, benim fikrim bu. Benim kıymetli fikrim!" düşünceleri eşliğinde eşek gibi yaşamaya devam ediyor. Başkasının fikrini önemsemeden... 







30 Mayıs 2022 Pazartesi






pişmanlığın bir sesi olsa

bir rengi olsa

bir dokusu olsa 

yangısı olsa

elle tutulabilir olsa

bir "ah" olsa

alacakaranlıkta boyun büken bir baykuş olsa


pişmanlık bir yoldaki taş olsa

alıp bir tepenin aşağısına fırlatılabilir olsa

gözlerimi sımsıkı kapatınca yok olsa

ansızın patlatılan bir kahkaha olsa

gün yüzüne er geç çıkacak olan gerçekler olsa

tüm olanlara atılan acı bir bakış olsa


saçlarımın parmaklarımın arasında dolanışı gibi

ellerimin gizli gizli titreyişi gibi

gözlerimin bir cam misali buğulanışı gibi

bende doğup bende ölen biri


zaman geri alınsa

gülüşlerim hiç yeşermeden solsa

mutluluğu hiç tatmamış olsam 

haykırmamış olsam hiç 

ben varım

vardım

yaşıyorum

yaşıyordum

ölüyorum

ölüyordum

gövdemi gerip genişçe 

yittim diyebilmek

vakit geldi

artık ölebilirim demek

kendimi bir taş gibi

o tepeden aşağı fırlatabilmek


20 Aralık 2021 Pazartesi

 "İnsanoğlunun amacı mutlak aşkı aramaktır. Aşk başkasında değil, kendimizdedir; onu biz uyandırırız. Ama uyanması için, bir başkasına ihtiyaç duyarız. Evren, sadece heyecanlarımızı paylaşacak biri olduğunda anlam kazanır." Aslında sevgi, başkasında değil; hep kendi içimizdedir. Açığa çıkması için sevgiye hedef olacak biri gerekir. Düşünün, kalbinde sevgi olmayan insan bir başkasını sevebilir mi? Sevmek öğrenilir mi? Hiç sevilmeyen biri de sevebilir mi? Ağzımıza yapışan sevgi sözcüklerine aslında inanmıyoruz. Duyarken de sarf ederken de. Dünyanın en çaresiz hissi sevgisizliktir. Bu hissin yakınından dahi geçmek istemiyoruz. Dünyaya geldiği andan itibaren insanın en büyük ihtiyacı sevilmektir. Bütün duygular sevmenin etrafında döner. Birine olan davranış biçiminizi onu sevip sevmediğiniz belirler. Ve sevip sevmeyeceğinizi de kalbinizde bulunan sevgi seçer. Dilerse yönelir, dilerse yönelmez. Ya da incinmiş bir şekilde kalbinize geri döner. Sevgi en yüce duygu; en güçlü silahtır. Küser, kırılır, affeder, affedilir, güler ve ağlar. Hatta şaşırtır ve şaşırır da. Sevgisiz insan hiçliğe karışır, yok olur. Anılmaz.

28 Kasım 2021 Pazar

 

trans


ben ne zaman bir medyum oldum?

ruhunla ilişkiye girip

ne zaman orada hapsoldum?

boynumdan yukarıya yükselen

şu sıcak hava dalgasının

güç kaynağını ne zaman buldum?

bir senfoni gibi sunulan soluklarımız

bu notaları ezelden mi biliyordu?

kader çizgin benimkinin içinden geçti.

şimdiye dek bildiğim her şey benliğini yitirdi.

gündüz ve gece birbirine girdi.

nefesim kesildi, gözlerim göremedi.

üçüncü gözüm seni başka türlü ezberleyemezdi.


burada değil, orada değil.

her yerdeyim artık.

kırmızı gökyüzünün ve dudaklarının ucundayım.

içine çektiğin oksijenin atomları arasındayım.

var olduğun her yerde biraz izim kaldı.

birbirine geçmek için bükülen parmaklar gibi,

azalmadı

ama zamanı gelince birbirinden ayrıldı.

bizim parmak izlerimiz birbirinin tamlayanıydı.


  göğsümdeki bu dingin ağrıyı nasıl tarif ederim bilmem. göz bebeklerimin sana bakınca aldığı maksimal büyüklüğü ölçemem. defalarca kez sonu...