İnsanı zamanla tüketen ufak şeyler, keşke fark edildikleri anda oradan defedilseler.
Odamın bir duvarını boydan boya kaplamakta olan dolapların kapakları, kapanırken öyle sert ses çıkarıyor ki bir anlığına bütün yaşama hevesimi alıp götürüyor. Yine elbise dolabı olarak kullandığım bir başka dolabın kapağı, altındaki çekmece açıkken hareket etmiyor. Açıksa kapanmıyor; kapalıysa açılmıyor. Bütün bunlar yetmezmiş gibi, zaten zorla sığdığım odaya bir de büyükçe bir yatak getirip koyduk. Artık odada hareket etmem ancak mobilyaların üzerinden atlamamla mümkün oluyor. Bahçedeki kediler evimizi istila etmeye ant içtiklerinden ötürü tırmanıp durdukları ve artık yırtılmak üzere olan sineklikleri çıkarttık. Artık yalnızca cama vurabiliyorlar. Ve kapıyı açık yakaladıkları her an içeriye dalıyorlar. Bütün bunlar ve daha fazlası, beni halihazırda bir sürü derdimin olduğu yaşamımdan daha da soğutuyor. Yazarken çok fazla gereksiz yerde virgül kullanmışım gibi hissediyorum. Ama ne yazık ki bir cümleye noktayı koyduğum andan sonrasında artık o cümleyi başka bir cümleyle bağlamak konusunda çok zorlanıyorum. Tez yazarken de çok zorlanmıştım. Kocaman bir "Bağlaçlar" içeriği okumam gerekmişti. Bu arada, odamın kapısının arkasına astığım askılığın sürekli düşmesi de beni kanser edebilecek şeyler arasında. Bir de yıkandıktan sonra uzun süre ıslak kalıp kendi kendine kurumuş olan hayvan leşi kokulu giysiler.
Kokulara hassasiyetimin burnumdan kaynaklandığını düşünürdüm. Maalesef ki vitamin eksikliğimdenmiş. Bu bilimsel verinin kaynağı da lisedeki coğrafya hocamdır. Gerisi yalandır, doğruluğunu araştırma gereği bile duymadım. O ne dediyse, odur. Kokulara duyduğum hassasiyetten biraz daha bahsedecek olursam yine hayatımı zorlaştırdığı anlardan bahsedebilirim. Fakat hayatımı güzelleştirdiği zamanlar da oluyor. Anılar ve kokuları herkes gibi 404 yapıştırıcıyla değil de Japon yapıştırıcısıyla birbirine bağlıyorum diyebilirim. Ama tabii bunun da bir zaman aşımı oluyor, öyle on yıl öncesini sırf anın kokusunu koklayarak hatırlayamam. Bugün çok dikkatimi çekti, dışarda yürürken adım attıkça burnuma farklı kokular geldi. Bir anlığına köpek gibi hissettim kendimi. Ne zordur işleri...
Yazma işi zor, bilinçsiz yazıyorsan daha da zor. Havada serbest uçuşta olan düşünceleri derleyip sıraya koymak geç yattığın bir gecenin sabahında erkenden uyanmak kadar zor. Başka zor olan şeyler de var. Şu sıraya koyması zor olan düşünceleri susturup başka şeyler yapmak. Film izlemek veya kitap okumak gibi basit şeyleri yapmak bile zor. Kitaplığımdan alıp oraya buraya götürdüğüm, salonda ya da yatağımın üzerinde unuttuğum, hiç okumadan çalışma masama koyduğum kitapların sayısı her geçen gün artıyor. Geçtiğimiz gün gerçekten okuyacaktım ama mahalleye seyyar balıkçı gelip bağırmaya başlayınca o da yalan oldu. Hiç sinirlenmedim, başka bir iş yapacak olsaydım ya da başka bir zaman olsaydı sinirlenirdim. Uzun süre "Balıkçı geldi!" diye bağırdı sonra da "Balıkçı gidiyor!" diye bağırdı. İlkokul anılarım canlandı, balık kokusundan bağımsız. Yine aynı gün, film izlemek için film listelerinde geziniyordum. İzleme listeme onlarca film ekledim ve garip bir şekilde ekledikçe sanki onları izlemişim gibi oldu. Halbuki türüne ve afişine bakıp yapıştırıyordum artıyı. O an çok değişik bir entelektüel birikim tatmini hissettim. Ne çok film isim ve afişine bakmıştım öyle...
Dediğim gibi, insan ne yazdığını bilmeli, neden yazdığını veya yazmak istediğini de iyice bilmeli. Aksi halde hoşlandığınız kişiye açılmaya çalışma anınızdaki gibi saçmalayabilirsiniz. Ben sancılarımı sonlandırmak için yazıyorum. Defterime de bunun için yazıyordum, buraya da bunun için yazıyorum. Bedenimde baskı halinde tutulan o enerjiyi serbest bırakmak için yazıyorum. O üretme enerjisi, özellikle bazı zamanlarda beni esiri yapıyor. Ve ona istediğini veremediğim her an sabırsız, dayanıksız, inanılmaz öfkeli bir mahlukata dönüşüyorum. Bu üretim sadece yazmayı kapsamıyor. Herhangi bir şey üretmekten bahsediyorum. Zihnimin, fikrimin, ellerimin, gözlerimin... Bana ait olan herhangi bir şeyin ürünü. O yüzden artık iş, okunma derdinden çıktı. Canımın derdine düştüm. Öfkeleniyorum.
Aynı şeyleri tekrar ederek konuşan insanlarla sohbet ettiğimde onları boğazlayasım geliyor. Girilmesi yasak olan yerlerin etrafına sarılan o dikenli teller vücudumun her yerine girmiş gibi hissediyorum. Zannediyor ki harika ve çok ender bir düşüncesi var, o yüzden de farklı farklı cümlelerle tekrar tekrar aynı şeyleri söylüyor. Senin bu konuda ne yorum yapacağını da asla merak etmiyor. Çünkü o nadir fikrini başka cümle ve kelimelerle kendi kendine duyurma derdinde. Tekrar söylüyor, tekrar anlatıyor. "Ulan.. kulağa ne kadar güzel geliyor, benim fikrim bu. Benim kıymetli fikrim!" düşünceleri eşliğinde eşek gibi yaşamaya devam ediyor. Başkasının fikrini önemsemeden...